Funda Şenol Cantek : Bizi sessizleştirmek istemişlerdi; başaramadılar

Ankara Üniversitesi’nde profesöründen araştırma görevlisine kadar her kadrodan 100’e yakın akademisyen üniversiteden ihraç edildi. Akademisyenlerin yaklaşık 5 yıldır sürdürdükleri hukuk mücadelesinin ardından yerel mahkemelerin beraat kararı vermesine ve AYM’nin Barış Bildirisi’nin “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğu kararına rağmen, OHAL Komisyonu, akademisyenlerin başvurularına ret kararları vermeye devam ediyor.

Prof. Dr. Funda Şenol Cantek , Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden (İLEF) 7 Şubat 2017’de 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edildi. İhracın, kendileri için “bir meslekten öte, yaşam biçimi” olan işlerinin ellerinden alınması anlamına geldiğini belirten Cantek, “Bu kadar yıl sonra yaşadığım olumsuzlukları değil, o güçlendirici dayanışmayı anımsıyorum” diyor. Cantek yaşadıkları süreci, “Akademi bizimle sokağa yayıldı. Bizi sessizleştirmek, silmek istemişlerdi. Başaramadılar. Tam tersi oldu. Çoğumuz daha görünür olduk. Daha fazla ürettik ve hayatın içinde kaldık” diye anlatıyor.

Prof. Dr. Funda Şenol Cantek , ihraç sürecini, hoca-öğrenci ilişkisinden öte bir bağ kurduğu öğrencilerinden uzak kalmayı ve yeni hayatını Medyaport’a anlattı… Medyaport’ta Ayça Onuralmış ile yapılan röportaj şöyle;

-İhraç sürecinde neler yaşandı? Engellenen haklarınızdan, yaşanan hukuksuzluklardan bahsedebilir misiniz?

Bu soruyu duyar duymaz, ihraç tecrübesinin ne kadar geride kaldığını, çok sevdiğim mesleğimin, okulumun bir daha geri getirilemez biçimde hayatımdan çıktığını düşündüm. Bundan birkaç yıl önce sorsanız bu soruya çok uzun cevap verirdim. Ama artık bambaşka bir hayat yaşıyoruz çoğumuz. İnsanın yeni durumlara adapte olma becerisi devreye giriyor sanırım belli bir süre sonra. Artık aramızda bile bunlardan fazla bahsetmiyoruz. Ancak yeni bir hukuki gelişme yaşandığında yazışıyor veya konuşuyoruz. Hatta bir kısmımızın çevresi bile değişti. Muhriç arkadaşlarımız hep kalbimizde olsa da eskisinden daha az görüşüyoruz.

‘HİÇ TANIMADIĞIMIZ İNSANLAR BİZE CESARET VERDİ’

İhraç süreci, bizim için bir meslekten öte, bir yaşam biçimi olan işimizi elimizden aldı. Bizim hayatımıza böylesi bir etki yapan ihraç süreci, akademinin de çehresini değiştirdi. En çok çoğumuzun çok önemsediğimiz, aramızda hoca-öğrenci ilişkisinden öte bir bağ olan öğrencilerimizden uzak düşmek etkiledi bizi. Tabii işsizlik, güvencesizlik de çok büyük bir travmaydı. Borcu olanlar, kira ödeyenler, ailesini geçindirmesi gerekenler, yalnız yaşayanlar çok daha fazla etkilendi. Fakat dayanışma bu süreçte en çok akılda kalan tecrübeydi. Arkadaşlar, insan hakları örgütleri, sendikamız Eğitim Sen 5 No’lu Şube, meslek odaları, STK’lar, aktivistler, uluslararası örgütler maddi ve manevi desteklerini hiç esirgemediler.

Hiç tanımadığımız insanlardan, muhafazakar cenahtan, hatta AKP’li olduğunu bildiğimiz fakat vicdan sahibi ve adalet duygusu olan bir grup insandan destek mesajları, telefonları aldık. Bazılarımıza ailelerinden çok bu tanımadıkları insanlar destek ve cesaret verdiler. Hasılı, bu kadar yıl sonra yaşadığım olumsuzlukları değil, o güçlendirici dayanışmayı anımsıyorum. Fakat, sabahın köründe polis baskınına uğrama kaygısını, mahkeme kapılarında duruşma saati bekleme gerilimini, yardımlarla geçinme zorunluluğunu ve küçük oğlumu üzmeden süreci yönetme çabamı hatırlıyorum. Dediğim gibi ilk zamanlar okulumu, öğrencilerimi, küçük ama renkli odamı, sevgili arkadaşlarımı çok özlüyordum. Bu duygu da zamanla silikleşti.

Mesela, Çağlayan’daki duruşmaya giderken kimseye haber vermemiştim, rahatsızlık vermemek için. Fakat duruşma saatinin gelmesini beklerken, ben ve başka bir arkadaşıma destek olmak üzere kopup gelen sendikalı arkadaşlarımızı görünce o kadar duygulandım ve kendimi o kadar güçlü hissettim ki. Mahkeme üyelerinin kalabalıktan tedirgin tavırlarını, bizimle göz göze gelmemek için harcadıkları çabayı görmek çok iyi geldi. Orada hep birlikte devletin gözünün içine baktık. Bu çok değerliydi.

‘ÇALIŞMAYI ÜRETMEYİ HİÇ BIRAKMADIM’

-İhracın ardından hayatınızda neler değişti?

Dediğim gibi, birkaç yıl içinde yeni yaşamıma adapte oldum. Çalışmayı, üretmeyi hiç bırakmadığım gibi eskisinden de üretken olduğumu söyleyebilirim. İlk atıldığımızda bir röportajda söylemiştim. Şimdi de yineliyorum, akademi bizimle sokağa yayıldı. Bizi sessizleştirmek, silmek istemişlerdi. Başaramadılar. Tam tersi oldu. Çoğumuz daha görünür olduk. Daha fazla ürettik ve hayatın içinde kaldık. Tabii bu süreçte daha ağır travmalar yaşayanlar, içine kapananlar, hatta hayatını kaybedenler oldu. Özellikle küçük yerlerde süreci yönetmek daha zordu. Baskılar, tehditler, dışlayıcı tavırlar, nefret söylemi ihraç edilen arkadaşlarımızı çok zorladı. Bunu da belirtmek gerek. Herkes büyük şehirdekiler kadar şanslı değildi.

-Şu an neler yapıyorsunuz, çalışmalarınızı nasıl, nerede sürdürüyorsunuz?

İki yıldır düzenli maaş aldığım bir projede, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışıyorum. Bu iş de bir dayanışmanın neticesi. Ama bunca yıldır toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında harcadığım emeğin de bir mükafatı gibi. Sadece bu işi yapmakla yetinmiyorum. Gazeteduvar’a düzenli olarak köşe yazıları yazıyorum, makaleler yazıyor, söyleşiler yapıyorum. Atölyeler, okuma grupları, sözlü tarih çalışmaları, seminerler ve aklınıza gelebilecek her türlü akademik ve akademik olmayan çalışmanın içindeyim yani.

‘AKADEMİNİN ESKİ TADI YOK’

-Üniversitelerin ihraçlardan sonraki durumu hakkında neler söylersiniz?

Üniversiteler ihraçlardan sonra çok kan kaybetti. Ama bu sadece bizim ihracımızla ilgili değil. İdari mekanizma, AKP iktidarı tarafından manipüle edildiği için akademinin zaten zayıf olan özerkliği neredeyse ortadan kalktı. Akademisyenler tedirgin. Öğrenciler veya meslektaşları tarafından şikayet edilme, unvanlarını, koltuklarını kaybetme korkusu içinde olanlar çoğunlukta. Zaten otoriteye tapan, muhafazakar kadrolar kendiliğinden bu baskının bir parçası oluyor. Kadrolaşma da bu tür insanları toplamaya yönelik olarak sürüyor. Ama akademide kalan onurlu, demokrat ve dayanışmacı arkadaşlarımıza da haksızlık etmemek lazım. Onlar için hayat neredeyse bizimkinden zor. Hep tehdit altındalar. Mutsuzlar. Çoğu mecbur kalmadıkça fakülteye, odasına gitmediğini söylüyor. Onlar için de akademinin eski tadı yok.

Prof. Dr. Funda Şenol Cantek

1970 Ankara doğumlu olan Prof. Dr. Funda Şenol Cantek , Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun olduktan sonra bir süre basın sektöründe çalıştı. 1994 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Cantek, 2010 yılından 2017 yılına kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görev yaptı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı olan Cantek, 7 Şubat 2017 Salı günü 686 No’lu KHK ile ihraç edildi. Başlıca ilgi alanları, gazetecilik uygulamaları, iletişim sosyolojisi, kent sosyolojisi, basın tarihi, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve sözlü tarih çalışmalarıdır.

Doktora tezi, “Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara” adıyla İletişim Yayınevi tarafından 2003 yılında basıldı. Yine aynı yayınevinden 2006 yılında, “Sanki Viran Ankara” ve 2010’da “Kenarın Kitabı: Arada Kalmak, Çeperde Yaşamak” adlı derleme kitapları yayımlandı. 2012 yılında ise “Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara” adlı derleme kitabı, Ankara Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlandı. 2017 yılında yayımlanan “Aynanın Önünde Cımbızın Ucunda/ Kuaför Kitabı” ve 2019 yılında yayımlanan “İcad Edilmiş Şehir: Ankara” kitapları da İletişim Yayınevi’nden çıktı.

 

Kaynak: Medyaport.net 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir