Dr. Vahdet Özkoçak: Akademisyenlik Bir Yaşam Biçimidir

Öncelikle kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Kimdir Dr. Vahdet Özkoçak, nerelerde yaşadı, nerelerde eğitim gördü?

Sizlerin de röportaja Dr. Vahdet Özkoçak kimdir? sorusu ile başlamanız beni mutlu etti. Çünkü tüm ünvanlar alınabilir ama doktora yani PhD alınamaz. Bu sebeple ben de hemen her alanda Dr. ünvanını kullanırım. Aslında Yardımcı Doçent olarak çalışmaktayım. 17 Temmuz Kırıkkale doğumluyum. Ailemizin yarısı Kırıkkale de yarısı da kütüğümüzün olduğu Çorum’da. Bu sebeple hem Kırıkkale hem de Çorum benim memleketim diyebilirim.

Doğumumdan 1 ay sonra Ankara’ya taşınarak hayatıma burada devam ettim. İlk ve orta öğrenimimi 100.yıl ve Çukurambar’da, Lise eğitimimi ise Alman hocaların eğitim verdiği MEB ile Almanya ortak protokolünde eğitim veren Alman ekolünü o dönem en iyi yansıtan okullardan olan derece ile kazandığım Çankaya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Daha sonra ‘’geleceğin bölümleri’’ panelinde adını duyduğum Antropoloji bölümünü okumaya karar verdim ve Ankara Hukuk yerine Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Antropoloji bölümünde Lisansımın ilk 3 yılını tamamladım. Son sene ise Erasmus değişim programı ile Almanya Albert Ludwigs Universitaet Freiburg’da eğitim aldım. Bitirme tezimi oradan elde ettiğim kaynaklarla tamamladım. Bölümümüz, Fakültemizin ve Üniversitemizin ilk Erasmus öğrencilerinden biriydim ve dil yeteneğim sayesinde 54 kredi ders geçerek o dönem en iyi başarı sağlayan öğrencilerden biri olarak ülkemize tezimi teslim ederek yeniden Almanya’ya döndüm. Yaklaşık 5 yıl eğitim aldım ve daha sonra gelen teklifleri değerlendirmek ve vatandaşlığımı yakmamak adına ülkemize güzel hayallerle geri döndüm.

Neden akademisyenlik mesleğini seçtiniz? Bu bir tutku mu yoksa şartlar mı sizi oraya yönlendirdi?

Almanya’da bir işletmenin idari yöneticiliğini yapıyor aynı zamanda lisans ve lisansüstü eğitimimi tamamlıyordum. Aslında orada mutluydum da. Hem eğitim hem de insanların birbirlerine olan saygısı ülkemizden farklı geldi. Öncelikle Akademisyenliği lisans sürecimden bu yana isteyen birisi idim. Ancak yurt dışında işletme yönetimini öğrenmeye başladıkça hoşuma gitmeye de başladı. Daha sonra eşim ile sözlenince yurt dışında yaşama ve işletmeyi devam ettirme hayalimi geri plana attım. Aile yakınlarımızdan birinin ‘’dil yeteneğin yüksek, iki dilin var, bilgi birikimin de iyi, sen akademisyen olmalısın’’ yönlendirmesi benim dönüm noktam oldu.

Tutkum olan Akademisyenlik artık mantık çerçevesinde de en büyük hedefim haline gelmişti. Oturum izinlerimi iptal ederek ülkemize geri döndüm ve lisansüstü çalışmalara yoğunlaştım. Sonrası malum süreç. ÖYP sistemi ile Akademi dünyasında kendime bir yer buldum. Hem de mezun olduğum, Almanların Filozof Fakültesi dediği Dil ve Tarih-Coğrafya’da. Peki hakkım olan kazandığım kadroya yerleşebildim mi? Elbette ki hayır. Dava açarak emsal olarak,hem YÖK’e hem de Ankara Üniversitesi’ne karşı kazanılan ilk dava ile gecikmeli olarak da olsa hayalime kavuştum. Detayları size aktarmak isterdim ama sıkıntı yapanların bazıları emekli oldu bazıları da hala görevde. Bu sebeple sadece yüzeysel geçiyorum mobberlerin yaptıklarını.

Sizce akademisyen olmanın avantajları ve dezavantajlarını neler?

Avantajlarını saymakla bitiremem. Ben dezavantajlarını söyleyeyim. Öncelikle nepotizm kokan bir ortamda, sinir harbi geçirerek, psikolojinizi sağlam tutarak çalışmak zorundasınız. Kısaca direkt Yekta Saraç beyin de ilettiği üzere usta-çırak ilişkisine girerek tam biat ederek sorunları da işin parçası olarak görerek akademik kariyer yapacaksınız. Ya da benim gibi zor olanı yapacaksınız ve doğruları üslubu ile yaş, unvan, makam ayırt etmeden üslubunca söyleyerek ‘’uyumsuz atfedilerek’’ mesleğin dezavantajlarını yaşayacaksınız. Bana göre mesleğimizin en dezavantajlı tarafı, saygı ile biatı, eleştiri ile asiliği-uyumsuzluğu karıştıran bir camia olmamız.

Hangi alanda çalışıyorsunuz?

Lisansta obezite ve genetik yatkınlık, Yüksek Lisansta Antik DNA çalışmaları, Doktora ve sonrasında ise Fiziki Antropoloji Ana Bilim Dalı konularının temel alanlarından olan Adli Antropoloji, Spor Antropolojisi, Antropometri ve Ergonomi çalışıyorum.

Neden bu alanı tercih ettiniz?

Ben bu sorunuza öğrencilerime derste yaptığım açıklama ile cevap vermek istiyorum. Antropoloji 3 Ana Bilim Dalından oluşur. Sosyal Antropoloji, Paleoantropoloji ve Fiziki Antropoloji. Paleoantropoloji yılın bazı dönemlerinde kazı alanlarında çalışmayı, Sosyal Antropoloji sahada anket yapmaktan tutun da diğer insan ile ilgili olan sosyal alanları, Fiziki Antropoloji hem sahayı hem de yaşayan insan ile ilgili hemen her alanı araştırmayı ve bunu araştırmacıya serbest bölgede yapmayı olanak sağlayan bir ana bilim dalı olduğu seçtim. Adli Antropoloji, Ergonomi ve Antropometri, Spor Antropolojisi de bu sebeple bana oldukça keyifli gelmekte. Alanımı ve bölümümü severek çalıştığım için yorulmuyorum…

Sizce iyi bir akademisyen nasıl olmalıdır?

Akademisyen mutlaka ama mutlaka araştırmacı, sürekli günceli takip eden ve alanında yapılan çalışmaları takip edebilecek kadar yabancı dile sahip olmalıdır. Bunu söylediğim için meslektaşlarımız kızabilir ama mevcut sistemde alınan puanları ve 4 beceriyi ölçemeyen sınavlardan alınan puanları kastetmiyorum.

Akademisyenlik öncelikle zaman ve mekan kavramı olmadan çalışmayı gerektirir. Elbette gönül işi değildir ama yukarıda saydığımım dezavantajlar dışındaki olumsuzluklara da göğüs gerebilecek kadar sakinliğe sahip olmalıdır. Zaten bunları sağlarsa başarı da devamında geliyor. Özellikle Genç Akademisyenlerde bu özellikler fazlası ile var. Ben mi? Ben de elbette Genç Akademisyen olarak kendimi görüyorum ve bu yeni nesil ile Yükseköğretimimizin fidanlığının ne kadar sağlam olduğunu gördüğüm için yeni gelen meslektaşlarımıza ayrı bir saygı duyuyorum.

Üniversite lisans döneminde bir genç olsaydınız, akademisyenliği seçer miydiniz?

Elbette seçerdim. Çünkü bu meslek en şerefli, en onurlu mesleklerin başında gelmektedir. Ailem dolayısı ile ticaret de yaptım, 3 STK’nın başkanlığını ona yakın STK’da danışmanlık, Yönetim Kurulu üyeliği, bir tanesi AB olmak üzere geçmiş 3 proje ve onaya kalan 1 proje yürütücüsü/araştırmacısı olarak söyleyebilirim ki: ‘’Akademisyenlik Bir Yaşam Biçimidir.’’

Akademik kariyer düşünen gençlere neler tavsiye edersiniz?

Öncelikle gelecek planlamanızı iyi yapmalısınız. Eş seçimi de ileri dönemde çok önemli. Eğer eşiniz anlayışlı değilse sizin evde huzurunuz olmayacaktır. Bunu ben yaşamıyorum, Antropolog bir eşim var, sağolsun benim en büyük destekçim fakat etrafımda gördüğüm ‘’MUTSUZ AKADEMİSYEN’’lerden bazılarının eşleri ile sorunu olduğunu görebiliyorum.

Akademik kariyer için çelik kadar sağlam irade, doktora bitene kadar sürekli kendini yenileme, doktora sonrası ise doktora öncesi yenilemenin en az 2 katı daha fazla çalışma yapmalısınız. Bunları göze alarak gireceğiniz bu yolda başarı, mutluluk, kariyer ve dolayısı ile kişisel doygunluk size yetecektir. Ancak bunları yaparken de asla hayattan kopmamalısınız. Akademisyen sadece makale,proje, bilim üreten değil topluma da kucak açan ve onların sorunlarına da değinebilecek yegane mesleklerdendir.

Türkiye’deki akademisyenler için neler düşünüyorsunuz?

Ülkemizde Akademisyenler bence ikiye ayrılır. Sadece Akademisyen ve Gerçek Akademisyen. Sadece Akademisyen teşvikte tam puan alan, alanında başarılı, kariyeri sağlam, öğrencilerin saygı duyduğu ama empati eksikliği olan başarılı bir memur. Gerçek Akademisyen ise üretken, alanında iyi ama bildiklerini saklamayan, empati kurabilen ve hem meslektaşları hem öğrencileri hem de çevresi ile uyumlu olan, proje üretirken akademik kariyerini değil meslektaşlarının-halkın-öğrencilerin-toplumun sorunlarına çözüm bulmayı da hedef edinen, ailesine gereken önemi verebilen ve zamanı iyi kullanandır. Yüzde verecek olursak yarı yarıya bu oran bence.

Akademisyenlerimiz başarılı olmakla yetinmemeli, çevresine dolayısı ile topluma da faydalı olmalılar. Kendilerine yaptıkları üretim ile maalesef toplumda da karşılık bulamayacaklardır. Bazılarında ‘’küçük dağlar benim eserim’’, bazılarında ‘’istediğimi yaparım ben …m’’ bazılarında da ‘’sorun çözmek benim işim değil’’ deme özgürlüğünün olduğunu görüyorum. Dama çıkan merdiveni atmıyorsa nazarımda iyi akademisyen olabilir. Yoksa sadece ego tatmini eden memur olarak kalırlar.

Hep olumsuz hava çizmeyeyim. STK yöneticiliği yapan, sosyal medyadan sürekli sorun okuyan, dinleyen biri olarak ben de olumsuzluklar üzerinden gittim galiba. Çok başarılı meslektaşlarımızın olduğunu da belirteyim. Batıdan teklif alan ancak ülkemizde kalan, vatanı ve kurumu için gecesini gündüzüne katan hocalarımıza da bu vesile ile saygılarımı sunarım.

Türkiye’de akademisyenlerin ve akademik hayatın başarısını nasıl görüyorsunuz?

Akademisyenlerimizin başarısı maalesef akademik hayata bazen yansımıyor. Bunun en başlıca sebebi darbe kalıntısı ucube 2547 sayılı Yükseköğrenim Kanunu. YÖK’te adının başına ‘’Yeni’’ koydu ancak bu ucube yasa onları da eski olmaktan kurtarmıyor. #yükseköğretimbakanlığı kurulmalı. YÖK 25 Üniversite için hizmet vermek amacı ile kurulmuştu şu an 195 üniversitenin sorunlarından geleceğe yönelik adımları atamaz duruma geldi. Hatta aldıkları kararların tutarsızlığı sebebi ile Yükseköğretimimizi sorunlar yumağına dönüştürmesinden korkuyorum.

Akademik özgürlük kavramı sizin için neyi ifade ediyor?

Vatanımızı, Üniversitesini, çalıştığı birimini bölmeyecek, diğer çalışanların ve bireylerin özlük haklarına ve hürriyetine saygılı olacak şekilde kendi hürriyet dairesinde içinde istediği her şeyi yapmaktır. Siyasileri, idarecileri bu manada hiçe sayarak omurgalı durarak sadece Akademik ve yasal gerekçelerle doğruyu yapabilme özgürlüğüdür bana göre Akademik Özgürlük. Ülkemizde maalesef nepotizm ve siyaset bu kavramın önüne geçmektedir. Ucube 2547 sayılı kanun düzelmeden de maalesef bu kavramı dolu doluya yaşayamayacağız.

Akademisyenin toplum için önemi nedir?

Entelektüel birikimi ile alanında yaptığı çalışmalar ile toplumun sorunlarına çözüm bulabilecek, bunu yetkililere ilk elden sunabilecek yegane meslektir. Bu sebeple de toplumun en önemli unsurlarındandır.

Yıllardır bu mesleği icra ediyorsunuz. Mesleğe ilk başladığınız dönem ile günümüz arasında nasıl bir fark var? Nasıl bir gelişme söz konusu?

Mesleğe başlamadan yurt dışındayken de ülkemizdeki sorunları yakından takip eden birisiydim. Ülkemize dönünce bir forumda başladım sorunları direkt dinlemeye ve çözüm aramaya. Daha sonra ise Öğretim Elemanları Derneği (ÖGEDER) ile kanun teklifleri sunmaya başladık. Sorunlar hemen hemen aynı idi. Baktık ki dernek sayısı fazla daha ciddi olmalıyız Öğretim Elemanları Sendikası (ÖGESEN) i Akademisyenlerimizle kurduk ve gelişmelerin tam ortasında kaldık. İlk başladığım günden daha sorunlu bir dönemdeyiz. Maalesef bu sorun da sistemin oturtulamamasından. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Burada tüm paydaşların kusuru var. Siyaset kurumu da YÖK ve Üniversiteler de olumsuz gelişmelerden sorumlu. Bence bu sorunlarımızın asıl sorumlusu ise yine bizleriz. Yani Akademisyenler. Sessiz kalarak, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek, yan odamızdaki hatta yan masadaki hocamızın sorununu dert edinmeyerek bu hale getirdik sistemi. Sorunları çözmek için adım atmak hiçbirimizi asi,isyankar, siyasilere karşıt yapmaz. Aksine yol gösterici ve empati sahibi yapar.

Şu an keşke şu özelliğim de olsaydı veya şunu da bilseydim, hatta kendimi şurada görmek isterdim dediğiniz bir şey var mı?

Aslında çok var. Ama en çok şunu söylüyorum: keşke gençlik kollarında iken yurt dışına çıkınca siyaseti bırakmasaydım da ben genel merkezde iken il başkanlığımı yapan bir bakanımızı televizyonlarda izlemeseydim diyorum. Yanlış anlaşılmasın bunu kıskanma ya da küçük görme olarak değil, liyakati eğitimde sağlayabilecek bir ekiple yaşadığımız sorunlara daha kolay çözüm bulabilmek için isterdim. Çünkü Genç Akademisyenlerden oluşan mükemmel bir ekip olduk. Sosyal medyada iyi organizeyiz ve güzel işler yapmak için çaba sarf ediyoruz.

Sonlara doğru yaklaşırken şunu sormak istiyorum. Akademisyenlikte etik kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Etik dediğimizde hemen yayın, çalışma etiği geliyor maalesef. Elbette bu durum önemli. Asıl etik çalışmalar dışında olan. Sosyal alanda etiği sağlayamadığımız sürece çalışma etiğini de göremeyeceğiz. Bu bir döngü. Bu döngüde bir geleneğe sahip olmalı. Göreceli, kişiye göre değişen kati kuralları olan ve kurallara uymamanın da cezasız kalmadığı bir süreci hep birlikte yaşamalı ve sistemi de kurmalıyız. Bazılarının gıpte ile baktığı ülkelerde cezai yaptırımlar olmasa ve uygulanmasa bu yaptırımlar etikten bahsedemeyiz. Kısaca sistem olmadan, kurallar uygulanmadan Akademisyenlikte ve dolayısı ile toplumun her alanında etikten bahsedemeyiz.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Uzun zamandır kendi durumumu dile getirmediğimi gördüm bu röportaj ile. Akademinin başını geçtim ortasındayım ve daha uzun bir yolum var Allah sağlık verirse, ömür verirse. Ancak bu röportaj sayesinde geriye dönüp baktığımda tekrar gördüm ki Akademisyenlik zor ama bir o kadar da şerefli bir meslek…

Ropörtaj: Ahmet Doğan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir